YARATIRKEN BANA MI SORDU!?
- Mustafa Telli
- 14 Şub 2024
- 3 dakikada okunur

Gençler arasında dolaşan bu sorunun cevabını arayan bir abimiz bu konudaki fikirlerimi merak ettiğini söyledi. Ben de naçizane bir şeyler yazayım dedim. Tabi ki insanlar her türlü soru sormakta özgürdürler. Düşüncenin önüne gem vuramazsınız. Onlara soru sormayın da diyemezsiniz. Zira soru sormak öğrenmenin ilk adımıdır. Şimdi konuya gelecek olursak bu sorunun hangi açılardan, kim tarafından veya hangi psikolojik saikle sorulduğuna bakmak gerekir. Zira bu soruyu cevaplandıracak birçok kriter vardır. Soruyu 4 açıdan cevaplamak istiyorum. Birincisi inanmayıp alay edenlerin sorusuna mukabil cevap. İkincisi soruyu gerçekten merak ettiği için öğrenmek isteyene cevap. Üçüncüsü mantık açısından bir cevap. Dördüncüsü ve en önemlisi Kur’an açısından cevap.
Yaratırken bana mı sordu!? Sorusuna vereceğim birinci cevap inanmayıp alay vari soranlara karşıdır. Tabi ki sorusunun arka planında öğrenmekten ziyade alay etmek vardır. Bu amaçla soran kişiye cevap vermeye çalışmak hakikate ihanettir. Kur’an’ca bir tavırla (Furkan 63) selam der geçeriz.
Yaratırken bana mı sordu!? Sorusuna vereceğim ikinci cevap gerçekten işin hikmetini öğrenmek isteyenlere vereceğimiz cevaptır. Peygamberimizin (sav) verdiği şu ödevi hatırlamakta fayda var: “Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır” buyurur. Yitiğini arayan insan mutludur. Onun için hikmeti aradığını iddia edenler sorduğu sorunun şekliyle zaten hikmet muştusu olduklarını belli ederler. Cevap olarak da; sorumluluk bilinci kazanıp kazanmamasıyla da ilgili biraz. Sorumluluk sahibi insanlar problem çözerken kendi üzerine düşen görev neyse onu yapmak için harekete geçebilen insandır. Mesela normal şartlar altında bir öğrenciden ödevlerini kendi kendine kimsenin hatırlatmasına gerek olmadan yapabilmesi yine kendi kendine kitap okuma alışkanlığını kazanması beklenir. Biz böyle öğrencilere sorumluluk sahibi öğrenci deriz ve el verdiği ölçüde not veya sair şekilde ödüllendiririz. Veya bir ailede çocuğun üzerine hangi görevler düşüyorsa -sofra kurma, kaldırma, çamaşırlarını toplama, odasını ve evi temizleme, düzenleme vs.- bunları yapabilen çocuk sorumluluk sahibi çocuktur deriz. Sorumluluk bilinci olanların, üzerine düşen görevleri sorgulamasını beklemezsiniz. Mesela “Sofra kurarken bana mı sordunuz?” gibi bir soru bir bakıma mantıklı gibidir ama kendi acıktığı hakikatini örtme adına mantıksız bir sorudur. O zaman sen yemek yeme, mi diyelim. Zorunlu olan gerçekler bazen mantıklı görünen bazı soruları boşa düşürmektedir. İşte bu örnekte olduğu gibi. Aynı mantıkla Yaratırken bana mı sordu? Sorusu da bir bakıma mantıklı gibidir ama kendi varlığının hakikatini örtme adına mantıksız bir sorudur. O zaman sen yaşama, mı diyelim. Bunun şöyle de bir yanı var. Allah’ın varlığını bildiği halde bu gerçeği örtmeye çalışan kişiye biz kafir diyoruz. Tanrının hangi özellikte olması gerektiğine dair ortaya koyduğu kriterlere uyuşmadığını iddia ederek Allah’ın varlığını inkara giden bir kişinin gerekçesini bir yere kadar anlayabiliriz. Tabi ki kabul edemeyiz o ayrı bir şey. Ama benim burada vurgulamak istediğim nokta burası değil. Bu soru ile kişinin olgusal olarak zorunlu var olan kendi varlığının hakikatini örtme girişimidir. Bu ise adeta kişinin kendisine en büyük hakaretidir. Ez cümle olgusal olarak bile zorunlu olan varlığımızın gerçekliği “Yaratırken bana mı sordu!?” sorusunun mantıklılığını boşa düşürmektedir.
Yaratırken bana mı sordu!? Sorusuna vereceğim üçüncü cevap ontolojik manada da çelişki barındıran bir sorudur. Yani olmayan bir şeye “sen olmak istiyor musun?” diye bir soru soramazsınız. Olduğu anda da artık sormak mantıksızdır. Zaten olmuştur. Yani olmayanı muhatap alamazsınız. Olan üzerinde de bana mı sordu, sorusu mantıksal bir hatadır.
Yaratırken bana mı sordu!? Sorusuna vereceğim dördüncü ve en önemli cevap tabi ki de Kur’an’ın cevabıdır. Ahzab suresi 72. Ayette Allah şöyle buyurur: “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.” Bu ayete baktığımızda dünyada yaşama sorumluluğunu veya insan olma sorumluluğunu üstlenme kapasitesi olduğu için insan bunu göğüsleyebilmiştir. Yani dağların ve göklerin yapamadığı bir sorumluluğu yüklenmiştir insan. Bu da dünyaya göndermeden önce insanın bu sorumluluğunu üstlendiği anlamına gelir. Hatta bu olay elest bezmi dediğimiz Araf suresi 172. Ayette de şöyle geçer: “Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.” Bu ayeti konumuza bakan yönü itibariyle değerlendirdiğimizde bizler bezmi elestte Rabbimizi kabul ettiğimizi bu vesileyle bilmiş olduk. Bilmiş olduk dedim, çünkü bu bilgi gaybidir yani sadece vahiyle bilinebilir. Ateistler bu önermenin mantıksız olduğunu iddia ederler. Bezmi elesti hatırlamıyoruz, derler. Cevaben deriz ki; mesela beyin travması geçirmiş biri geçmişe dair yaşadığı anıları hatırlamadığında ona bunları yaşamadın diyebilir miyiz? Tabi ki de diyemeyiz. Yaşanmıştır ama bizler hatırlamıyoruz, deriz.
Kısaca ifade edecek olursak “Yaratırken bana mı sordu!?” sorusu mantıklı olmadığı gibi bir o kadar da üzücü bir sorudur. Mantıklı olmadığını burada izah ettik belki ama soruyu soran kişinin yaşadığı acılardan ötürü içinde hasıl olan durumun bir tezahürü gibi görünmektedir. İnşallah varsa acıları diner. Var olmanın o güzel hissini yaşayanlardan, hamdini ve şükrünü eda eden olmak dileğiyle.
Comentarios